Uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımı, gençlik çalışmaları literatüründe sıklıkla bireysel riskler, psikolojik eğilimler ya da aile içi sorunlar üzerinden ele alınmaktadır. Ancak bu yaklaşım, özellikle yapısal eşitsizliklerin derin olduğu bölgelerde, bağımlılığı üreten toplumsal koşulları görünmez kılma riski taşımaktadır. Türkiye’nin Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı kentlerinde gençlik bağımlılığı, yalnızca bireysel tercihlerle açıklanamayacak ölçüde yaygın, erken yaşta başlayan ve kalıcılaşan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışma, Diyarbakır’ın Bağlar, Ergani ve Silvan ilçelerinde yürütülen saha araştırmalarından elde edilen veriler üzerinden, gençlik bağımlılığını eğitimden kopuş, ekonomik güvencesizlik, aile bütünlüğündeki zayıflama ve kamusal destek mekanizmalarının yetersizliği bağlamında ele almaktadır.
Verilerin de bize gösterdiği biçimde bağımlılığın, bireysel bir sapma ya da ahlaki sorun olmaktan ziyade, devletin uzun süreli eşitsiz yönetişim pratikleriyle şekillenen yapısal bir sosyal risk alanı olduğunu da ortaya koymaktır.
Bağımlılık, bu çalışmada bir “sağlık sorunu” olmanın ötesinde, yapısal dışlanmanın bedensel ve davranışsal bir sonucu olarak tespit edilmiştir. Eğitim, istihdam, sosyal güvence ve psiko-sosyal destek gibi kamusal alanların zayıf olduğu toplumsal bağlamlarda gençlik, denetimsiz boşluklar içinde yaşamını sürdürmekte; bu boşluklar ise madde kullanımı gibi riskli davranışlarla dolmaktadır.
Kürt illerinde uzun süredir hâkim olan güvenlik merkezli yönetim anlayışı, sosyal politika alanlarını ikincilleştirmiş; gençlik politikaları büyük ölçüde cezalandırıcı ve kontrol edici mekanizmalarla sınırlandırılmıştır. Bu durum, bağımlılığın önlenmesi ve tedavisi için gerekli olan koruyucu, destekleyici ve kapsayıcı kamusal yapının oluşmasını engellemiştir.
Maddeyle Tanışma Yaşı ve Erken Başlangıç;
Üç ilçede de bağımlılığın en dikkat çekici ortak özelliği, maddeyle tanışma yaşının son derece erken olmasıdır.
Bağlar, Ergani ve Silvan ilçelerinde gençlerin hayatında en az bir kez uyuşturucu veya uyarıcı madde deneme oranları incelendiğinde, ilçeler arasında bazı farklar görülmektedir. Bağlar’da katılımcıların %16,2’si madde denemiş olduğunu belirtirken, bu oran Ergani’de %12,8, Silvan’da ise %11,6 olarak ölçülmüştür.
Bağlar: Kullanıcıların %70,1’i 12–17 yaş aralığında maddeyle tanışmıştır.
Ergani: %65,6’sı 12–17 yaş, %9,4’ü ise 5–11 yaş aralığında ilk kullanımı bildirmiştir.
Silvan: Madde kullananların %52’si 18 yaş altındadır; ilk kullanım yaşı 10’a kadar düşmektedir.
Bu veriler, bağımlılığın gençlik döneminde değil, çocukluk çağında başlayan bir risk alanına dönüştüğünü göstermektedir. Önleyici politikaların bu yaş grubuna ulaşmadığı açıkça görülmektedir.
Üç ilçede de eğitim düzeyi dağılımları büyük ölçüde benzerlik göstermektedir:
Lise ve ortaokul mezuniyeti baskındır.
Yükseköğretime geçiş oranları oldukça düşüktür.
Silvan’da zorunlu eğitim çağında dahi eğitime devam etmeyen gençlerin oranı dikkat çekicidir.
Bu tablo, eğitimin gençler için yukarı doğru sosyal hareketlilik sağlayan bir araç olmaktan çıktığını, aksine uzun süreli bir bekleme ve belirsizlik alanına dönüştüğünü göstermektedir. Eğitimden kopuş, bağımlılık riskini artıran temel yapısal faktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır.
Bağlar ve Ergani’de asgari ücret altı hane gelirleri yaygındır.
Ergani’de gençlerin %53,8’i herhangi bir gelir getirici işte çalışmamaktadır.
Silvan’da sosyal güvencesi olmayanların oranı %55,1’dir.
Bu göstergeler, gençlerin büyük bölümünün ekonomik üretim süreçlerinin dışında kaldığını ve denetimsiz boş zamanın bağımlılık açısından kritik bir risk alanı oluşturduğunu ortaya koymaktadır.
Üç ilçede de maddeyi ilk kez deneme oranlarının %85’in üzerinde bir kısmı arkadaş çevresiyle birlikte gerçekleşmiştir. İlk kullanım nedenleri arasında merak, keyif-eğlence ve arkadaş etkisi öne çıkmaktadır.
Bu durum, bağımlılığın bireysel bir karar değil; kolektif bir sosyal pratik olarak yayıldığını göstermektedir. Akran grubu, kamusal destek mekanizmalarının yokluğunda gençler için başlıca referans noktası haline gelmiştir.
Üç ilçede de ortak olan en çarpıcı bulgulardan biri, tedavi ve profesyonel destek oranlarının son derece düşük olmasıdır:
Görüşmecilerin %80–85’i hiç profesyonel destek almamıştır. Maddeyi bırakma isteği düşüktür.
Aileler çoğunlukla ya durumdan habersizdir ya da kızma ve cezalandırma yoluna gitmektedir.
Bağlar, Ergani ve Silvan örnekleri birlikte değerlendirildiğinde, bağımlılığın yalnızca bireysel ya da kültürel bir sorun olmadığı; yapısal ihmalin ve eşitsiz yönetişimin bir sonucu olduğu açıkça görülmektedir. Devlet, bu coğrafyada gençlerle çoğunlukla güvenlik eksenli ilişki kurmakta; sosyal politika, psiko-sosyal destek ve önleyici mekanizmalar ise ya yetersiz kalmakta ya da hiç işlememektedir.
Bu bağlamda bağımlılık, gençler için bir “kaçış” değil; alternatifsizlik içinde şekillenen bir yaşam pratiği olarak ortaya çıkmaktadır. Madde kullanımı, denetimsiz alanlarda, kamusal boşluklarda ve uzun süreli umutsuzluk koşullarında normalleşmektedir.
Bulgular, gençlik bağımlılığı ve riskli davranışların yalnızca bireysel ya da kültürel bir sorun olmadığını, aynı zamanda yapısal ve siyasal çözüm eksikliklerinden kaynaklandığını göstermektedir.
Bölgedeki gençlerin eğitimden kopuşu, ekonomik güvencesizliği, kamusal alan eksikliği ve sosyal destek mekanizmalarının yetersizliği, uzun süredir çözümsüz kalan Kürt sorununun yarattığı yapısal boşluklarla doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda, gençlik politikaları ve önleyici programlar sadece ceza ve güvenlik odaklı değil, kapsayıcı, sosyal destek ve fırsat eşitliği temelli olarak yeniden tasarlanmalıdır.
Kürt sorununun barışçıl ve kapsayıcı bir çözüme ulaşması, bölgedeki sosyal altyapının güçlendirilmesi ve kamusal hizmetlerin erişilebilir hâle getirilmesi, bağımlılık ve gençlik krizinin boyutunu azaltacak, gençlerin güvenli ve üretken bir yaşam sürmesine olanak sağlayacaktır.
Bu bağlamda Bağlar, Ergani ve Silvan örnekleri, gençlik bağımlılığının münferit müdahalelerle çözülebilecek bir sorun olmadığını; bütüncül, yerel ve hak temelli sosyal politikalar olmaksızın bu döngünün kırılmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Bağımlılıkla mücadele, yalnızca maddeyi ortadan kaldırmaya değil, gençliğin hayatından eksiltilmiş olan eğitim, istihdam, kamusal alan ve psiko-sosyal destek olanaklarını yeniden inşa etmeye odaklanmalıdır.
Aksi takdirde uyuşturucu kullanımı, bu coğrafyada bir “sapma” olarak değil; gençliğin ihtiyaç duyduğu kamusal alanların sistematik biçimde ihmal edildiği koşullarda ortaya çıkan ve normalleşen bir yaşam pratiği olarak varlığını sürdürmeye devam edecektir. Bu durum, yalnızca gençlerin değil, toplumun tamamının geleceğini tehdit eden yapısal bir kriz alanına işaret etmektedir.





